Çağdaş Sözlük

Selahaddin Eyyubi'nin Hayatı

"Oğlum! Her hayrın başı olan Allah korkusunu unutmamanı vasiyet ediyorum.

Allah'ın emirlerini yerine getirmekte kusur etme ki, selâmet ondadır.

Kanı, gözyaşı telakkî et ve kan dökmekle eteğini kirletmekten kaçın. Zira kan, hiçbir zaman uyumaz.

Halkın refah ve saâdetine çalış. Uyanık bulunup dâima halkın hallerinden haberdâr ol ki, halk Allâh'ın emânetidir.

Kumandanlarına, idarecilerine ve eşrâfa iyilikle muâmele etmeye gayret göster.

Hatırından çıkmasın ki, benim bu derece kudret ve ikbâle kavuşmamın sebebi, yalnızca iyi huyluluğumdur.

Herkesin fâni olduğunu unutma ve hiç kimseye ebedî kin tutucu olma.

Herkesin hukukuna râyet eyle. Allah Teâlâ erhamürrâhimîn olduğundan kendi hakkını bir tevbe ile bağışlar; ancak kul hakkı, sahibi hoşnut olmadıkça bağışlanmaz."

Namık Kemal'in Evrâk-ı Perişan serisinin ilk kitabı olan "Salahaddin" den sadeleştirerek aldığımız bu satırlar, Salahaddin Eyyübî'nin sekerât-ı mevt hâlindeyken oğlu Melik Efdal'e yaptığı vasiyetin tamamıdır ve bizzat kendisinin nasıl üstün yaratılışlı bir insan ve ne derecede meziyetlere sahip bir mü'min ü muvahhid kul olduğuna da delildir. Nitekim bunun hemen ardından kefenini bir mızrağa astırıp dellalın eline vermiş ve sokaklarda teşhir edilerek şöyle nidâ edilmesini emretmiştir:

- Salahaddin, hayatında bunca ihtişâma, şan ve şöhrete ermiş; böylesine bir ülkeye sahip olmuşken, şimdi dünyadan şu kefenle gidiyor. O, dünyaya çıplak olarak gelmişti. Ölüm, kazandıklarının hepsini sona erdirdi ve geriye ancak birkaç arşınlık şu kefenle ayrılıp gitmek kaldı!

Eyyûbî Devleti'nin kurucusu olan Salahaddin hazretleri, Ravediye âşireti reislerinden Necmüddin Eyyûb'ün oğlu olarak 1138 yılında dünyaya geldi. Çocukluk ve gençliğinde kendini tamanen ilme vermiş iken, kader onu Nureddin Zengi'nin ordusunda savaş sahnesine yolladı. Başladığı her işi en iyi şekilde başarmayı huy edinmiş olduğundan, kısa zamanda yükseldi ve Fâtımî haîfesine vezir olarak Melik ünvanını aldı. Çok geçmeden istiklâlini îlan ederek devletinin sınırlarını büyütmeye başladı. Tarih, Haçlı orduları önünde dağlar gibi duracak bir kahramanını yetiştiriyordu.

Takvimler 1180 yılını gösterirken Haçlılar'la ilk sıcak temas başladı. Sonraki hayatı yukarıdaki vasiyetini îrad edesiye dek Haçlılar'dan hâlî ve ârî kalmayacaktır. O, azgın bir denizin dalgaları gibi ardı arkasına gelen ordulara karış mukaddes şehir Kudüs'ü ve ülkesini müdâfaayı, Allah'ın kendisine verdiği bir vazife kabul etmiş ve bu vazifeyi de İlâhî bir vecd ile gerçekleştirmiştir.

Nitekim dinî bir savaşın şövalye ruhlarda uyandırdığı şecaat ve metânet ancak onun orduları önünde eriyip kaybolabilir; o dalgalar, ancak onun gibi sert bir kayaya çarparak tekrar denize yığılabilirdi ve öğle de oldu. Aslan Yürekli(!) Rişar'ın kumandasında yıllar yılı denizden ve karadan hiç bitmeyen bu hücumlar, Salahaddin Eyyubî hazretlerini akıl, bilgi, firâset, îman ve vecd ile yoğrulmuş komutanlığı önünde çok geçemeden hezîmete uğruyordu.

Avrupa'da birbirleriyle karşı karşıya ve savaş hâlinde iken, Kudüs ve Salahaddin bahis mevzuu olunca yanyana ve ittifak hâline geliveren Almanya, Fransa, İngiltere ve daha pek çok Avrupa devleti, (dikkat buyurulsun, İslâm bahis mevzuu olunca bugün de durum aynıdır) din kaygusu taşıyan Haçlı ruhuyla koşup geldiği Kudüs topraklarında, Salahaddin'in önüde aman dilemeye ve adına bakmadan kaçmaya alışmıştı. Onun 57 senelik ömrünün 25 senesi, bu mücâdele ile geçti. Öyle ki, bu orduları kendisi şu cümlelerle tavsif edermiş:

Et iken demirle çarpışıyoruz. Yüz olursak karşımızda bin düşman buluyoruz. kaleler eteş döküyor; denizler düşman kusuyor."

Namık Kemal'in Evrâk-ı Perişan'da anlattığına göre, Haçlılar'la giriştiği savaşlardan sonra harp meydanına girenler, "Artık dünyada zîhayat bir insan kalmamıştır" derler; az ilerde Haçlı ordusunu görünce ise, "Sanki daha savaş başlamamış ve hiç kimse ölmemiş" sanırlarmış. Va gariptir, bütün ömrü boyunca savaşmış bu kahraman, hiçbir savaşı kendisi başlatmamış ve dâima savaşı kucağında bulmuştur.

Salahaddin hazretleri bunca savaş arasında devletini de idare ediyor ve hatta halkın en basit işleriyle bile ilgileniyordu. Meselâ Akka muhâsarası esnasında bir gün, tam savaşın kızıştığı ve savaş taktikleri ile meşgûl olduğu bir sırada çadırının kapısına bir kadın dayanmış ve mârûzâtı olduğunu bildirmiş. Sultan Salahaddin hazretleri, "Yarın gelsin, arzusunun tedârikine çalışırız." buyurmuş. Kadın bunu duyunca, "Madem ki Allah'ın kullarını ferdâya salar, (bugün git, yarın gel) ya niçin üzerimize saltanat iddiasında bulunuyor?" diye bağırmış. Sultan bunu duyunca derhal bütün işlerini bırakıp kadının yanına koşmuş ve isteğini yerine getirdikten sonra kendisini bağışlamasını isteyerek bir de özür dilemiştir.

Bir Ermeni ile kadı huzuruna çıkması gerektiğinde mahkeme boyunca ayakta durmuş; dâvâyı kazanmış olmasına rağmen Ermeni'ye, "Benimle İlâhi kanunlar çerçevesinde muhâkeme olmakla, İslâm dinine gösterdiğin emniyetin mükâfatıdır" diyerek ihsanlarda bulunmuş olması da çok mânidardır.

O, Avrupa'dan zırhlarına bürünmüş olarak gelen koca koca orduları çıplak vücutları ile yerlere geçiren bir avuç kahramanın bayrakları olarak asırlar boyunca anılmayı fazlasıyla hak etmiştir.

M. Akif'in deyişiyle O "Şark'ın en sevgili sultanı Salahaddin'i" ne kadar sık ansak ve mücâhidleriyle birlikte ona ne kadar Fâtihalar okursak yine azdır. 4 Mart vefat yıldönümü idi.

Fazilet Takvimi'97